Merhaba Sevgili blog 🙂 Uzun zaman sonra bloğa uğramaya cesaret edebildim 😌😁 Nasılsınız bakalım keyifler nasıl:)))
İmmanuel Kant şöyle buyurmuş;
“Hayatın çeşitli güçlüklerine karşı üç şey hediye edilmiştir; ümit, uyku ve gülmek.” Katılmıyorum diyemem ama ben olsam bir dördüncüsünü eklerdim… Kahve.Seviyorum arkadaş kahveyi. Hem seviyorum hem de bildiğiniz saygı duyuyorum.
Susarsam, çaysarsam, alır bir bardak içerim. Onlarla olan ilişkimiz “ihtiyaç-tüketim” çizgisinde ilerler. Lakin iş kahveye geldiğinde bu “yudumlama-huzur bulma” noktasına geçer ki o da epey bir zirvededir.Hayatı koşar adım yaşayanlardanım. Yürüyüşüm, konuşmalarım, çiğnediğim lokmalarım, düşüncelerim hep bir telaşlı, hep bir soluk soluğa …
Şu bitsin, şu da bitsin, hele bunu da bir bitireyim derken bakmışım gün bitmiş. Gün masal olmuş;
Bir varmış
Bir yokmuş,
Prensesi GÜN kapmış
Kapıp kapana sokmuş
Sonra kurt gelmiş, ağzını açacakkeennnn…
diyerek gerilimli ve dramatik bir sona gitmeyeyim🙂
Demem o ki, kapanı kırdığım andır kahveyle buluşmam.
Bakınız Balzac ne güzel anlatmış kahveyi:
“Kahve mideye iner ve ondan sonra her şey harekete geçer: düşünceler tıpkı sava meydanındaki büyük bir ordunun taburları gibi birbiri ardı sıra gelir; savaş başlar. Hatıralar, savaş düzeni alan askerlerin önünde ilerleyen bir bayraktar gibi koşar adım saldırıya geçerler. Hafif süvariler görkemli bir şekilde dörtnala kalkar. Mantığın topçuları nakliye birlikleri ve fişek kovanlarıyla gümbürder. En zekice buluşlar keskin nişancılar olarak katılır. Karakterler kostümlerini kuşanır, kağıt mürekkeple kaplanır, muharebe başlar ve savaşın yapıldığı meydan nasıl kapkara barut dumanının altında kalıyorsa bu muharebe de kara dalgaların akınıyla son bulur.”
.